ÜZÜMLÜ FOLKLORU
Fevzi SARIÇİÇEK
Türk Halk Bilimi Uzmanı
Üzümlü folkloru üzerine bugüne kadar
yapılmış en önemli ve kapsamlı bu çalışma bir ilk olma özelliği de
taşımaktadır. Kelime karşılığı Halk Bilimi olan Folklorun bu ilçemizde gelenek,
görenek, töre, örf ve âdet gibi pek çok teamülle yaşadığını, yaptığımız
derlemeler sonucunda tespit ettik. Üzümlü Folkloru başlıklı bu bölüm derleme ve
kaynak tarama çalışmaları sonucunda hazırlandı.
Konuyla ilgili çalışmaya başlarken
değerli hocam ve Halk Bilimci Yrd. Doç. Dr. Ruhi Kara ve Gazeteci-Yazar Halil
İbrahim Özdemir'in çalışmaları bize ışık tuttu.
Yapılmış bir çok Doktora, Yüksek
Lisans ve Bitirme Tezlerinde Üzümlü folkloruna ilişkin bir çok malzeme
derlenmiş, bu malzeme ya Erzincan folkloru
içerisinde, ya da dilbilim malzemesi olarak
değerlendirilmiştir. Üzümlü ile ilgili
tezler de ağız incelemelerinden öteye geçmemiştir.
Sahada pek çok derleme yapmış ve yaptırmış olan Ruhi Kara'nın çalışmaları ve
Halil İbrahim Özdemir'in hazırlamış olduğu Dünden
Bugüne Üzümlü (Cimin) isimli eser bu yüzden büyük bir öneme haizdir.
Kitabın hacmi göz önünde tutularak,
Üzümlü Folkloruna ayrılan bölüm kısaltılarak Halk Hikâyeleri ve Fıkralar
bölümüne yer verilmemiş; sadece bahsetmekle yetinilmiştir.
Asuman ile Zeycan adlı halk hikâyesinin geçtiği yer olan Üzümlü (Cimin)'de bugüne kadar Prof. Dr. Saim Sakaoğlu'nun derlediği
metinden başka bir metin derlenememiş ve bir bilgiye ulaşılamamıştır. İlk
olarak Atatürk Üniversitesi Araştırma Dergisi'nde 1973 yılında yayınlanan bu
metinden burada bahsetmekle yetineceğiz. Yine önemli fıkra tiplerinin yaşadığı Üzümlü'de, derlenmiş bir çok fıkraya da yer verilememiştir.
Yaklaşık altı yıllık derleme
çalışmalarının neticesinde toplanmış folklorik malzemenin değerlendirilmesiyle
hazırlanan Üzümlü Folkloru, Sosyal Hayatla İlgili Bazı Uygulamalar, Halk
Hayatı, Halk Edebiyatı gibi üç ana başlık etrafında teşkil edilmiş bir
çalışma olup, Prof. Dr. Sedat Veyis Örnek'in "Türk Halkbilimi" isimli
çalışmasındaki metot ve sıralama örnek alınmıştır.
SOSYAL HAYATLA İLGİLİ
BAZI UYGULAMALAR
1. SELAMLAŞMA:
Arapça bir kelime olan selâm,"bir kimseyle karşılaşıldığında,
birinin yanına gidildiğinde veya yanından uzaklaşıldığında, kendisine sözle veya işaretle bir nezâket
gösterisi yapma, esenleme demektir.
Müslümanlar arasında selâmlaşmak; selâm vermek ve selâm
almak peygamber sünneti olarak kabûl görülen bir olgudur. Selâmlaşmak sevaptır.
Erkek ve kadınların selâmlaşmaları farklıdır.
Selâmlaşmada gaye sevap almak olsa da dostluk bağlarını kuvvetlendirmeyi de
amaçlamaktadır.
Erkekler "Esselâmû Aleyküm", "Selâmün Aleyküm" diye selâm verir, "Aleyküm
Selâm" diye de selâmı alırlar. Kadınlar ise üç kez sarılır ve salavat
getirirler.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Dostluk bağlarının kuvvetlenmesi için selâmlaşılır.
* Herifler
elerini andlarına (göğüslerine) koyarak
selâmlaşırlar.
* Peygamber
Efendimizin sünneti olduğu için selâmlaşılır.
* Üzümlü'de insanlar önce Allah rızası, sonra da insanlar arasındaki
samimiyeti artırmak için selâmlaşırlar.
* Kadınlar sarılarak,
erkekler tokalaşarak selâmlaşırlar.
2. KOMŞULUK ve
YARDIMLAŞMA:
Gerek kültürümüzde, gerek İslâm Peygamberi Hz. Muhmmed (s.a.v.)'in sünnetine göre komşuluk ve
yardımlaşma çok önemli iki değerdir.
Ata sözlerimiz arasında "Ev alma, komşu al.",
"Komşu komşunun külüne muhtaçtır." gibi sözlerden başka, hadis-işerif olarak söylenen "Komşusu açken, tok yatan
bizden değildir." gibi komşuluk üzerine pek çok söz söylenmiştir.
Üzümlü'de komşuluk ilişkileri
ve yardımlaşma oldukça önemlidir. Ev, tarla ve bağ işlerinde yardımlaşma
görülürken, hastalık, ölüm ve düğün gibi hallerde, kış hazırlıklarında da
komşular arasında yardımlaşma olmaktadır. Öyle ki iyi komşular anne ve baba
gibi görülür, kötü komşularla da kimse görüşmek istemez. Üzümlü'de
kötü komşular için "Üfürmeden kırılıyorlar!..." deyimi sıkça
kullanılır.
Uygulama ve
İnanmalar:
* İş alanında, bazı ev ve iş aletlerinde yardımlaşılır.
* Paraya
ihtiyaç duyulduğunda borç yardımında bulunulur.
* Evde
bulunmayan şeylerde yardımlaşılır.
* Yazın tarla
ve bahçe işlerinde yardımlaşılır.
* Kız gelin
ederken çeyiz işlerinde yardımlaşılır.
* Kadınlar
üzüm toplarken, pancar ve fasulye megil yaparken, tıska sökerken; kuru meyve ya da
çeyiz hazırlarken yardımlaşırlar.
* Erkekler
bağ kazmada, patos vermede, harç atmada, kerpiç
dökmede yardımlaşırlar.
* Mübarek
günlerde ve Ramazan ayında yardımlaşırlar.
* Hastalıkta
yemek götürülür, ev temizliği yapılır; gelenlere hizmet edilir ve hane halkının
temizlik ihtiyacı görülür.
* İyi ve
kötü günler komşularla paylaşılır.
3. KADIN ERKEK
İLİŞKİLERİ:
Üzümlü'de kadın ve erkekler akraba
olmadıkça birlerinden kaçar, ses vermez, kimseyle konuşmazlar. Kadın ve
erkekler aynı ortamda bulunmamaya dikkat ederler.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Yabancı
bir erkeği gördüklerinde kadınlar yüzlerine örtülerini çekerler.
* Kadınlar
erkeklerden ihramla kaçınır veya ayrı odalarda otururlar.
* Zorda
kalmadıkça kadınlar seslerini yükseltmezler.
4. AİLEDE
YAŞLILARIN YERİ
Toplum olarak ataerkil aile
yapısından uzaklaşmaya başlarken, Üzümlü ve yöresinde kalabalık aile yapısı
halen ayaktadır.
Ailede yaşlılar ailenin hem büyüğü, hem de reisi
gibidirler. Onlara saygıda kusur edilmez her istekleri yerine getirilir.
Yapılan işlerde fikirleri alınır, hizmette kusur edilmez.
Her ne kadar aile yapısında küçülme olsa da, bu yöremizde
yaşlıları, evin büyüklerini istemeyenler ayıplanırlar.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Yaşlılar
sedirin üst başında oturtulur.
* Yaşlılar
ailenin başıdır, hizmetleri de her yönden daha iyi yapılır.
* Hassas ve
değerli insanlar olan yaşlılara hürmet göstermek sevaptır.
* Evin
büyükleri olduklarından kendilerine iş verilmez.
* Herhangi
bir iş yapılacağı zaman yaşlılara danışılır.
* Yaşlılar
oturur, küçükler hizmet eder.
GEÇİŞ DÖNEMLERİ
İnsan hayatında oldukça önemli bir yer tutan geçiş dönemlerini üç ana başlık altında toplamak mümkündür. Doğum, evlenme ve ölüm. "Bu
üç önemli aşamanın çevresinde bir çok inanç, âdet, töre, tören, âyin, dinsel
ve büyüsel özlü işlem kümelenerek söz konusu "geçiş"leri
bağlı bulundukları kültürün beklentilerine ve kalıplarına uygun bir biçimde
yönetmektedirler. Bunların hepsinin amacıda kişinin bu "geçiş" dönemindeki yeni durumunu belirlemek, kutsamak,
kutlamak, aynı zamanda da kişiyi bu sırada yoğunlaştığına inanılan tehlikelerden
ve zararlı etkilerden korumaktır. Bu dönemlerde güçsüz ve zayıf insanın pek çok
tehlikeye karşı korumasız olduğuna inanılır. Geçiş
dönemleri halk hayatında oldukça önemli bir yere sahiptir.
I. DOĞUM
İnsanın çoğalması, neslini
devam ettirmesi ancak doğumla mümkündür. Doğum olayı doğum öncesi, doğum esnası
ve doğum sonrası gibi alt başlıklar altında incelenebilir. Çocuk sahibi olmak ve doğurmak eylemi kadın
için oldukça önemli bir olaydır. Kadının
gebe kalması, kocasına daha çok yaranması ve anne olmak zevkini tatması için
doğum oldukça büyük bir önem arz eder.
Doğum hadisesi gebelik dönemi ya
da kadının gebe kalma uğraşısı, aşerme, doğurma ve doğum sonrası pek çok
inanma, uygulama ve törenlerle devam eder.
A. DOĞUM ÖNCESİ
1. Gebe Kalma :
Kısırlığı giderme ve gebe
kalma hem kadın hem de erkek için oldukça önemli bir meseledir. Kısır kadın
geleneksel uygulamaların yoğun olduğu kesimlerde dışlanır, aşağılanır ve
ezilir. Bu yüzden doğurmak ve çocuk sahibi olmak oldukça önemlidir ve gelinin saygınlığını
artırır.
Çocuğu olmayan kadın pek çok dinsel ve büyüsel işlemlere
başvurur. Yatırlara, türbelere, ziyaretlere gidilir, hoca ve büyücülere
başvurulur, buğulara oturulur, bel çektirilir, rahime
çeşitli ilaç ve maddeler uygulanır, ya da kaplıcalara
gidilir.
Üzümlü'de çocuğu olmayan
kadınlar, "topuğuna kan
değmemiş", "kısır", "meyvesiz ağaç" gibi isimlerle
adlandırılırken, anneliğin, çocuk sahibi olmanın toplumda ne denli önemli
olduğunu göstermektedir.
Kısırlıkta erkek söz konusu olunca, tıbbî sağaltlamalar başta gelir. Bunun yanında kocakarı ilaçları,
büyü, ziyaret ve değişik pek çok uygulamaya da başvurulur.
Uygulama ve İnanmalar:
* Çocuksuz kadınlar, çocuk sahibi
olmak için dut şivine girerler.
* Çocuksuz kadınlar yaşlı kadınlara
bellerini çektirirler.
* Yatır, ziyaret ve hocalara gidilir.
* Oğlan ağa Ziyaretine gidilir.
* Adak niyetlenir.
* Çocuksuz kadınlar tavuk pisliğinin
buharına otururlar ki çoçuğu olsun.
2. Gebelikten Korunma
ve Düşük Yapma:
Çok çocuklu ailelerde, daha
fazla çocuk istemeyenler ile istekleri dışında gebe kalan kadınlar, düşük
yapmak için değişik uygulamalara başvururlar.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Gebe kalmamak için sabun fitil gibi rahme
yerleştirilir.
* Düşük yapmak isteyen kadın ağır
işler görür, ağır yük taşır.
* Çocuk sahibi olmak istemeyen
kadınlar ısırgan otunu kaynatıp suyunu içerler.
* Gebe kalmamak için orum kaynatılır ve suyu içilir.
* Gebe kalmak istemeyen kadınlar bir
çay bardağı lahana tohumunu havanda döver; onu âdet gördüğü gün sayısı kadar böler
ve yerler. Böylece bir yıl boyunca çocuğa kalmaktan korunmuş olurlar.
3. Aşerme (Yerük, Yerikleme):
Hamile kadın aşerme
aşamasına geldiği zaman bazı yiyecekleri yemesine ve bazılarınıda
yememesine özen gösterilir. Kimileri
aşeren kadının canının çektiği her şeyi yemesini, kimileri de aşeren kadının
acı, tuzlu, ekşi ve baharatlı yiyecekleri yemekten kaçınması gerektiğine
inanır.
4. Gebelik Dönemi:
Adetten kesilen kadında baş ağrısı, mide bulantısı ve baş
dönmesi gibi belirtiler yanında aşerme hadisesi de görülüyorsa, gebe olduğu
anlaşılır. Bu belirtilerin yanında gebe kadının vücudunda değişiklikler de
meydana gelir.
"İki canlı", "Ağır ayak",
"Yüklü", "Hamile", "Gebe" gibi isimlerle
adlandırılan gebe kadın için, "orta katta kiracı var" deyimi de
kullanılır.
Üzümlü ve çevresinde gebe kadına verilen isimler ve
gebelik sırasında görülen fizyolojik, psikolojik değişiklikler toplumsal
yanlarıyla değerlendirilir.
Uygulama ve İnanmalar:
* Hamile
kadına iki canlı denir.
* Hamileye
ağır ayak denir.
* Hamile
kadına gebe denir.
* Gebe
kalan kadında mide bulantısı görülür.
* Gebenin ağzı
sulanır.
* Gebenin
elleri ve ayakları şişer, yüzü, karnı ve burnu büyür.
5. Çocuğun
Cinsiyetinin Tayini:
Gebe kalan kadın, en çok doğuracağı
bebeğin kız mı, oğlanmı olacağına ilişkin bir merak
içerisindedir. "Geleneksel kültürümüzde
erkeğin ağırlığı ve üstünlüğü düşünülürse hiç değilse ilk doğan çocuğun
erkek olmasının istenme yaygınlığı kendiliğinden anlaşılır.
Üzümlü ve çevresinde çocuğun cinsiyetinin tayini çeşitli
fal ve yorumlarla tespit edilmeye çalışılır.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Gebenin karnı
sivri olursa kız, yayvan olursa oğlu olur..
* Tandıra
hamur atılır, ortadan kabarırsa oğlan, kabarmazsa kız olur.
* Hamile
kadın, altına makas ve bıçak konulmuş minderlerden bıçak olana oturursa oğlan,
makas olana oturursa kız olur.
* Annenin
yüzü çilli ise kız, çilsiz ise oğlan, olacağına inanılır.
B. DOĞUM SIRASI
1. Doğum Hazırlığı
ve Çocuğun Doğumu:
Doğum, dünyaya yeni bir canlının gelmesidir. Doğum öncesinde olduğu gibi, sonrasında da
bir çok uygulama ve inanış vardır.
Doğum sancıları başlayan kadının kolay ve rahat bir doğum
yapması, çocuğun zarar görmemesi için
bir takım yollara ve çarelere baş vurulur.
Uygulama ve İnanmalar:
* Doğum sancısı
başlayan ya da doğurmakta zorlanan kadının sırtı
sıvazlanarak, "14-15 köy göçtü, sen de göç" denir.
* Doğumdan
hemen önce battaniye veya ehram arasında doğum yapacak olan kadın
sallanır.
* Doğum sancısı
çeken kadının yanına gebe bir kadın giderse, onun sancısını da çekeceğine
inanılır.
2. Göbek
Kesme-Yıkama-Tuzlama:
Doğumdan sonra çocuğun
göbeği ve eşiyle ilgili inanmalar oldukça önemli olup, bir takım işlemlerde
bulunulmaktadır.
Çocukla birlikte, çocuğun göbeği kesilince eşinin öldüğü inancı
Üzümlü ve çevresinde oldukça yaygındır. Bu nedenle eşe (plesenta)
ölmüş bir insan saygısı duyulur ve özenle gömülür.
Göbeği kesilen çocuğun göbeği rast gele bir yere atılmaz.
Kesilen göbeğin çocuğun geleceğini, ilerdeki uğraşısını ve işini etkileyeceğine
ilişkin inanç nedeniyle göbek ya bir cami duvarına (=
âlim, din adamı olsun diye), ya bir kitap arasına (=
okusun, büyük adam olsun diye), kilim veya bir örtünün altına (= kız çocukları
için geçerli olan bu uygulama da, kız çocuğunun maharetli ve hamarat olması
için), evin önüne (= evine bağlı olması için) gömerler.
Yıkanan çocuk pişmesin, kokmasın diye de tuzlanır.
Uygulama ve İnanmalar:
* Bebek
doğunca göbeği sıkıca bağlanır.
* Bebeğin
göbeği uzun bağlanırsa sesi güzel olur.
* Bebeğin
göbeği kısa bağlanırsa bebeğin sesi kısık olur.
* Bebek
pişmesin diye tuzlanır.
C. DOĞUM SONRASI
1. Kundak-Beşik:
Çocuğun kundaklanması ve
beşiğe konulması oldukça önemli hususlardır.
Eli ayağı düzgün olsun diye kundağa sarılan çocuk dışardan gelecek zararlara
karşı ve uykudayken düşmemesi, uyanınca rahatlıkla sallanabilmesi için beşiğe
konur.
Uygulama ve İnanmalar:
* Kız
çocuklarının kundağı evlenip gittiği yerde çok dert çekebilir diye daha sıkı
bağlanır.
* Erkek çocuklarının kundakları bunalım
geçirmesinler diye gevşek bağlanır.
* Beşik
boşken sallanırsa çocuk bir şeye rast gelirmiş.
* Beşik
boş iken sallanırsa bebek hasta olur.
* Beşikteki
çocuğun yüzüne yazma örtülmezse, sallandığında gözleri şaşı olur.
* İlk
doğuma kızın annesi gil beşik yaparlar, eşya
götürürler.
2.
Müjde Götürme:
Müjde, güzel ve hayırlı
haber götürmektir. Loğusanın yakınlarına, "kız" veya
"erkek" çocuğunuz oldu diye müjde götürülür. Müjdeyi götürene hediye
veya para verilir.
Uygulama
ve İnanmalar:
* Müjde götürene para, mendil, çorap veya oyalı yazma
verilir.
* Birsine
müjde götüren karşılığında bir şey ister.
* Annenin
kurtulduğu, çocuğun kız ya da erkek olduğu haberini
götürene müjde bahşişi verilir.
3. Baca Sökme-Şişlik
Kesme:
Baca sökme-şişlik kesme erkek
çocuk doğduğu zaman yapılır. İlk doğumda ya da kız
çocuklarından sonra erkek çocuk doğmuşsa gençler, baba veya bebeğin
akrabalarından bahşiş almak için, evin damına (bacasına) çıkıp, bacayı sökmeye,
damı sürmeye teşebbüs ederler.
Ev sahibi, gençlere koyun, ya
da yüklüce bir para bahşişinde bulunur.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Erkek
çocuğu olan adamın ziyafet vermesi için bacasını sökerler.
* Oğlan
çocukları olduğu zaman, babasının arkadaşları"baca
sökmeye geleceğiz" deyip çocuğun babasından bahşiş isterler.
4. Ad Koyma:
Çocuğa ad verilmesi gelişi
güzel olmadığı gibi, oldukça önemli bir hadisedir. Ad vermede çocuğun doğduğu
gün, ay, mevsim, yaşanan olaylar,
hayranlık ve şükran duyguları, gelenekler, daha önce doğmuş olan çocukların
yaşayıp yaşamadıkları gibi pek çok etken rol oynar.
Çocuğa ad verme ana-babaya düşmediği için, evin büyükleri
koyar. Ad vermede ailenin ölmüş veya yaşayan büyüklerinin isimleri yanında,
Kurân'dan bir isim de seçilebilir. Kur'ân'dan seçilen
isimlerden üç kez denk gelenin baş harfine bakılır. "Hayır" ve
"Şer" kelimelerinin baş harflerinden hangisi çoksa ona göre çocuğa bu
ad konur.
Yaşamayan çocukları yaşatmak için, adın büyüsel, mistik
ve yaşatıcı gücüne inanıldığından, "Dursun", "Durkadın", "Duran", "Durmuş" ,
"Yaşar", "Yaşare" gibi adlar
konur.
Çok çocuklu aileler de, başka çocuk istemedikleri zaman
"Songül", "Soner", "Yeter" adlarını; uzun zaman çocukları
olmamış aileler ise "İlker", "Nadir", "Hasret"
gibi adlar koyarlar.
Mübarek ay ve günlerde doğanlara "Ramazan",
"Recep", "Şaban", "Bayram", "Kurban",
"Hacı" adlarıkonur.
Günümüzde iletişim araçlarının etkisiyle, çocuklara
"Gökhan", "Burcu", "Ebru", "Yelda", "Selcan",
Tolga", "İmge", "Övünç", "Kıvanç",
"Cem", "Canan" , "Aykut" gibi moda olan adlar da
konulmaktadır.
Uygulama ve İnanmalar:
* Çocuklara
adları üç veya beş günlükken konulur.
* Çocuğa ad
konulurken, sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunur.
* Çocuğu
durmayan (ölen) kadınlar, çocuğunu bir başkasına sattığını söyleyerek durmasını
sağlar.
* Çocuğu
ölen kadınlar, yedi evden topladıkları demir parçasını, demirciye götürür,
onlardan kesilen bileziği çıkarmamak üzere kollarına takarlar.
5. Höllük:
Kuma benzeyen, bulgur gibi
taneli ve ıslandığında çamurlaşmayan toprağa höllük denir. Herhangi bir tava
veya sac içinde ısıtıldıktan sonra kundak bezi üzerine serilir. Kalçası ve ayakları
höllük bezi üzerine gelecek şekilde uzatılan bebek bu şekilde kundaklanır.
Böylece soğuk gecelerde hem bebek üşümez, hem de altını
ıslattığında höllük sayesinde rahatsızlık duymaz. Höllük türkülere bile konu
olmuştur.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Dağlardan,
tepelerden özel olarak bebekler için getirilen bu toprak bebeklerin ciltlerini
tahriş etmez.
* Höllüğü
çocuğun altına ılık ılık koyarlar ki sancılanmaya.
* Eskiden
çocuğun altına muşamba yerine koyarlarmış.
* Höllük
kumlarının (taneciklerinin) battığı yerlerin hep şişmanlayacağına inanılır.
6. Loğusa ve
Bebeği Ziyaret:
Kadının doğumdan sonra akrabaları
ve yakınları tarafından ziyaret edilmesi, yiyecek ve çeşitli hediyeler
götürülmesine loğusa ve bebeği ziyaret denir.
Loğusa ve bebek ziyareti doğumdan iki gün sonra başlar kırkıncı
güne kadar devam eder. Lohusa ziyareti sırasında,
hamile veya yeni doğum yapmış başka bir kadının loğusayı ziyaret etmemesine
dikkat etmek gerekiyor. Aksi halde çocukların "kırkları karışır" ki,
çocuklar ya hastalanır ya
da göze gelirler.
İlk çocuğun beşik ve yatak takımı kızın annesi tarafından
alınır.
Loğusa ziyareti sırasında loğusanın yakınları tarafından
altın, nazarlık, künye, küpe, göbek parası yanında pek çok yiyecek; börek,
çörek, yumurta, helva, hasude, pilav, kete, tepsi
götürülür.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Hamile
kadınların loğusayı ziyaret etmesi iyi değildir; kırkları karışır.
* Yeni
doğum yapan kadınların birbirlerini ziyaret etmeleri sakıncalıdır.
7. Albasması:
"Loğusa kadınlara ve
çocuklara sataştığı, kimi zaman da onları öldürdüğü tasarımlanan alkarısı"al, alanası, alkızı" gibi adlarla anılmaktadır.
Alkarısı hayalet veya cin olarak kabul edilir. Uzun
saçlı, uzun bacaklı ve yüzü görünmeyen alkarısı her zaman herkese görünmez.
Daha çok ağıl, samanlık, viranelik, su kaynaklarında bulunan al, Üzümlü'de ağırlık
çökme, albasmasıgibi adlarla anılır.
Kısraklara da musallat olan Alkarısını
yakalamak için kısrağın üzerine acı sakız veya tutkal gibi maddeler dökülür.
Binmeye gelince de yapışıp kalır. Yakasına takılan bir çuvaldızla alkarısının kaçması önlenir ve pek çok işte kullanılır. (Bkz. Halk İnanışları, Alkarısı.)
Alkarısından loğusayı ve bebeği korumak
için alınması gereken önlemler vardır.
Bu önlemler alkarısını uzaklaştırmak, etkisiz duruma
getirmek içindir. Hepsinin de dinsel ve
büyüsel yönden önleyici bir güce sahip olduğuna inanılır.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Anne ve
bebeği ağırlık basmaması için, kundaklandıktan sonra bebek üç defa annesinin
üzerine koyarak kaldırarak: "Bebek mi ağır, sen mi ağır?" diye
sorarlar.
* Al
karısı loğusa kadınları boğup, çocuklara zarar vermesin diye başucuna Kur'ân-ıKerim asar, yastığına
yorgan iğnesi takarlar.
* Alkarısından korunmak için lohusa
döneminde kadının başucuna su konur.
* Alkarısı
hamile ve gelinlere yakınları olarak görünür.
* Alkarısından korunmak için salâvat getirilir. Besmelesiz
bir iş yapılmaz. * Başkasının kılığına girip, çocukları
boğan alkarısından korunmak için çocukların koynuna
ekmek ve çuvaldız koyarlar.
* Al
basan hastanın ateşi yükselir, sıkıntı basar.
* Alkarısı
kimseye görünmeyip doğum yapan kadına görünür ve "ağzını aç yemek verecem..." deyip elini ağzına sokup ciğerlerini
söker. Bu arada uyandırılırsa kurtulur.
* Doğum
yapan kadın yalnız bırakılmaz.
* Alkarısı
basmamaması için bebeğin göğsüne "enem"
(enam) konur ve yastığına yorgan iğnesi batırılır.
* Albasmamasıiçin lohusa kadınlar rapataya iğne batırırlar.
* Loğusa
kadının yanında erkek ya da kadın bir kimse yatarsa
alkarısı gelemez.
8. Kırk Basması:
Kırkı çıkmamış iki çocuk
veya kadın birbirlerinin yanına
götürülürlerse kırk basar. Kırk basmaması için bu durumda olan iki kişinin karşılaşmaması
gerekiyor.
Uygulama ve İnanmalar:
* Aynı
zamanda doğurmuş iki kadından birinin evi diğerinden yüksekse kırk basar.
* Kırk gün
dolmadan doğum yapmışlardan biri diğerinin kapısından geçerse kırk basar.
* Doğum
yapılmış eve gelin götürülürse kırk basar.
* Ölüyü kırklı
kimsenin bacasından (evinin) üst tarafından geçirirlerse bebeği kırk basar.
* Kırk basanı
kedinin üzerinde yıkarlar.
* Kimin kırkı
basarsa (ya da şüphelenilen kim ise) onun bacasına
küçük su dökülür.
* Aynı
zamanda doğum yapan iki kadından biri kırk gün dolmadan diğerini ziyaret ederse
kırk basar.
* Loğusanın
evine et gelirse, etin kırkı çocuğu basar.
* Kırk
basanı Piteriç (Bayırbağ)'teki
Vank'a götürürler.
9. Kırklama:
Çocuğun doğumunun kırkıncı
gününde düzenlenen bir törenle çocuk kırklanır.
Üzümlü ve çevresinde loğusa ve bebeğin yedi kırkı, yarı
kırkı ve kırkı çıkarılır.
Uygulama ve İnanmalar:
* Anne ve
bebek yıkanacağız aman kırk tane gendime veya arpanın
her birine bir fatiha, üç ihlas okunduktan sonra suya
katılır.
* Isıtılmış
suyun içine konulan arpalar banyodan sonra süzgeçle anne ve bebeğin üzerinden
dökülür. Buna parpu veya parpu
su denir.
* Kırkıncı
gün yapılan bu işlemden sonra anne ve çocuğun elbiseleri değiştirilerek temiz
elbiseler giydirilir.
* Kırklama
evde yaptığı için, kırk suyu temiz bir yere dökülür.
10. Yarı Kırk:
Loğusa halinin yarısına
gelince yarı kırk hamamı yapılır.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Bebek doğduktan yirmi gün sonra yarı kırkı dökülür.
* Yarı
kırkta yirmi arpa üzerine bir Fatiha, üç
İhlas okunduktan sonra ısıtılmış suya konur.
* Bir
süzgeçle anne ile kucağındaki bebeğin üzerinden döküldükten sonra, yarı kırk
suyu ayak basılmayan, temiz bir yere dökülür.
11. Yedi kırk:
Bebek doğduktan yedi gün
sonra yapılan kırklama törenidir. Yedi kırkı döküldükten sonra bebeğin hem
elbiseleri, kundağı, zıbını değişir, hem de yeni giysiler giydirilir.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Yedinci gün kına, yüzük ve yedi tane arpa hazırlanır.
* Her
arpaya bir Fatiha ve üç İhlas okunduktan sonra kına
ve yüzükle beraber sıcak suyun içine atılır.
* Bebeği
kucağına alan anneyle bebeğin başından aşağı dökülür.
* Yedi kırk
suyu daha sonra temiz bir yere dökülür.
12. İkiz Çocuk:
Gebe kadının ikiz çocuk
doğurup doğurmayacağı merak konusu olduğu zaman çeşitli uygulamalara başvurulur.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Heybeye oturan gebe kadının ikiz
çocuğu olur.
* Sırt üstü yatan gebenin karnı iki
tarafa; sağa ve sola düşerse çocuğunun ikiz olacağına inanılır.
* İkiz çocuğu olması için çiğ yumurta
içilir.
13. Diş Hediği:
İnsanın beslenmesinde önemli bir rol
alacak olan dişler parçalama ve öğütme aracıdır. Rızık
artırma, bereketi çoğaltma ve çocuğun dişlerinin sağlam olması gibi dileklerle
yapılan diş hediği töreninde, misafirlere ve mahallelilere hedik denilen
kaynatılmış buğday dağıtılır.
Uygulama
ve İnanmalar:
* Çocuğun
ilk dişi çıkınca diş hediği yapılır ve komşular hediye getirirler. * Çocukların
dişleri çıktığı zaman hedikler ipe dizilerek kafasına takılır.
* Bebeğin
ilk dişini kim görürse atletinin yakasını yırtar.
* Çocuğun dişleri
bittiğinde, dişleri kolay çıksın diye, buğdayı haşlayıp içine meyve katıp halka
dağıtırlarmış.
14. Huy Kesme:
Sürekli ağlayan çocukların
susması, sıkıntılarından kurtulması için yapılan uygulamaya "Huy
Kesme" denir.
Uygulama ve İnanmalar:
* Çocuk ağladığı zaman hindinin bıdigine
çemiç koyar, çocuğun ağzına verirler.
* (Çocuk
ağladığı zaman) başına kara kazan geçirilir.
* Sürekli
ağlayan çocukları minareye çıkarırlar.
* Sürekli
ağlayan çocukları ziyarete götürürler.
* Çocuğu
üç mezarlığa götürürler.
* Sürekli
ağlayan çocuk hocaya okutulur.
15. Saçların ve
Tırnakların Kesilmesi:
Yeni doğan çocukların
saçlarının ve tırnaklarının kesilmesi için değişik uygulamalar vardır. Bebeğin saçları
ilk defa kesildiğinde ise ağırlığınca altın veya para yoksullara verilir.
Çocuğun tırnakları babasının cebine elini sokup para aldığı
zaman, annesi tarafından kesilir.
16. Kız
Çocuklarında Kulak Delme:
Küpe, kız çocukları ve
kadınlar için önemli süs eşyalarından biridir. Kız çocuklarında kulak delme kırkı
çıktıktan sonra başlar ve ileri yaşlara kadar sürebilir.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Kız çocukları doğduktan, gelin oluncaya kadarki sürede iğne
ile kulaklarını deldirebilirler.
* Kulaklarını
deldirecekler, kulak memelerine kolonya
ve kül sürerler.
* Ne
zaman küpe alınırsa o zaman kulak delinir.
SÜNNET
Türkiye'de çocukla ilgili geleneksel
işlemlerden birisi de sünnettir. Dinsel ve törensel işlemler içerisinde en
katısı ve en yaygın olanı sünnet geleneğidir. Hiçbir çocuk sahibi anne ve
baba bu köklü geleneğin dışında kalmak istemez. Sünnet geleneğinin yaptırımı,
bu konuda bir karşı koyuşa ve tartışmaya meydan vermeyecek kadar güçlüdür.
İslâm dininde Peygamberin yaptığı, ya da yapılmasını öğütlediği şeylere uymaya
"sünnet" adı verildiği için, oğlan çocuklarının erkeklik uzuvlarının
ucundaki deriyi çepeçevre kesip alma işlemi, halk dilinde bu deyimle
adlandırılır. Deyimin eski yazı dilinde
(Osmanlıca) karşılığı, Arapça "hıtân"
kelimesi idi.
Sünnet töreniyle, çocuk İslâm
topluluğuna dahil olmuş olur. Bu tören öncesinde, tören sırasında ve sonrasında
yerine getirilen pek çok gelenek ve uygulama vardır.
Sünnette kirvelik esas olduğundan,
kirvesiz sünnet olmaz. Halk ağzında, "sünnet olan çocuğun elini, kolunu tutan ve çocuk üzerinde
babaya yakın hak taşıyan kimse" olan kirve,
"önemli bir geçiş töreni" olan sünnet
vesilesiyle çocuğun ailesine dışardan katılan ve o günden sonra aileden sayılan
bir erkektir .
Çocuklarını sünnet ettirecek olan
aile öncelikle sünnet töreninin gününü belirler. Uzak yerlere daha erken, yakın
çevrelere de bir iki gün önceden haber verilir.
Daha çok Cuma günleri yapılan sünnet
töreni günümüzde Cumartesi ve Pazar
günleri yapılıyor. Eskiden evlerde ve
köy odalarında yapılan düğün töreni günümüzde salonlarda yapılmaktadır.
Sünnet düğünleri ailelerin ekonomik
durumlarına göre olurdu. Çalgılı olduğu gibi, mevlidi olarak da yapılan sünnet
düğünlerinde davetlilere yemek verilir. Oynamanın ayıp kabul edildiği Üzümlü'de müzik kültürü oldukça zayıftır.
Eğlenceler, çocuk kesildikten sonra
yapılırdı. Sünnet elbisesi giyen çocuk, sünnetçinin yanına kirvesi tarafından
getirilir. Çocuğu kucağına alan kirve onun elini kolunu tutar, çocuk kesilirken
ağzına (sünnet esnasında çocuk bağırmasın diye) getirdiği lokumdan verirdi. Üç
kez salâvat getirildikten sonra sünnetçi usturayla çocuğu sünnet ederdi. Bazı
çocukların erkeklik organı ucundaki derinin olmamasına veya az olmasına
Peygamber Sünneti denir.
Sünnet çocukları on onbeş gün yatarlardı. Sünnet yarasının çabuk iyileşmesi
için acı sakız veya bal mumu yağla kavrulur, ya da
hazırlanan yağlı kara yaraya sürülür.
Sünnet
düğünü esnasında ve sonrasında değişik eğlenceler yapılır. Akşamları kadınlar
defçilerin eşliğinde eğlenir, sünnet çocuğunun yanında oynarlardı. Bu eğlencelerde
insanları coşturmak ve daha iyi eğlenmek için defçiye "def bahşişi"
verilir, defçi de daha bir coşarak çalar söylerdi. Düğün sahibinin gelini veya kızı oynuyorsa
defçiye yüklüce bir "def bahşişi" verilirdi. Sünnet çocuğunun kanaması ve ağrısı olduğundan,
kadınların tüm gayreti onu eğlendirmeye ve güldürmeye yöneliktir.
Erkekler de odalarda birbirlerine
sünnetin güzelliklerini, her müslümanın sünnet olması
gerektiğini ve hatıralarını anlatır; türkü söyler, saz veya def çalar
eğlenirlerdi.
Sünnet düğününe gelenlere yemekten
önce kesme, kesmece, basmaca, çiğit, cemiç, ceviz,
elma, armut ikram edilirdi. Sünnet düğününe giderken hediye götürmeye "haliyet", sünnetten sonra yapılan hediyeli ziyarete de
"yoklatma" denir. Yoklatma, sünnet çocuğunun akrabalarıve
kirve tarafından yapılırdı.
Kirve ve hanımının yoklatması daha farklı
olurdu. Kirve hanımı beyaz bir don, gömlek ve çifte hasından elbiseleri alırdı.
Sünnet esnasında kirvenin aldığı sünnet elbisesine kan bulaştığından, bu elbise
kirve tarafından kirvelik delili olarak saklanırdı.
Bu uygulama her aile için geçerli
değildir. Sadece varlıklı aileler yapardı. Kirve yoklatmada ayakkabı, koyun
v.s. alırdı. Yoklatmayı önce kirve yapar. Oğlan tarafı daha sonra kirveye
hediye götürürdü. Oğlan tarafı kirveye koç, koyun, at, silah; kirve hanımına
tayyör, hırka, patik, entari, zıbın gibi hediyeler götürürdü. Bu hediyeleşme canı
gönülden olur ve aileleri daha da yakınlaştırırdı. Baklava ve kete ile de
yoklatma yapılırdı.
Uygulama
ve İnanmalar:
* Kirvesiz sünnet olmaz.
* Sünnet
olan kimse kirvenin çocuğu sayılır.
* Sünnet
olan kimsenin nikâhı kirvenin kızına düşmez.
* Kirve
hanımı anne gibi, kirve de baba gibi emredebilir.
* Kirve
ailesi komşuluk ilişkilerinde daha yakındır.
* Sünnet
olan herif olmuştur.
* Sünnet
olan babayiğitliğe bir basamak daha yaklaşır.
* Sünnet
olmak bir erkeklik ölçüsüdür: "Bu işi yapman lâzım, artık sünnet bile
oldun!" gibi sözler bunun ifadesidir.
* Çocuk
sünnet edilirken üç kez, "Peygamber canına salavat!" diye bağırılır.
II. ÜZÜMLÜ'DE EVLENME ÂDET ve TÖRENLERİ
Evlenme:
Evlenme çağı gelen gençler, yuva kurmak; toplum içinde
sosyalleşmek, aileler arasında dayanışmayı sağlamak isterler. Bu istek yöreden
yöreye farklılıklar gösterir. Üzümlü ilçe merkezi, belde ve köylerde yaptığımız derlemelerde kültürel
bir zenginlik olarak geleneklerin canlılığını koruduğunu gördük. Üzümlü'de evlenmek
isteyen gençler bu istek ve arzularını çeşitli şekillerde ifade ederler:
Evlenmek isteyen genç bu isteğini ya
ailesinden bir kimseye direkt söyler, ya da bir arkadaşı
vasıtasıyla durumdan ailesini haberdar eder. Evlilik çağı gelip geçmekte olanlar ise çeşitli davranışlarda bulunur; evlenme
isteklerini bu davranışlarla ifade ederler.
Yörede görücü usulü ile evlilik yaygın olup, severek
evlenmeye az da olsa, rastlanmaktadır. Kaçan kız babasının ve ailesinin
şerefini küçültmüş olacağından, kız kaçırma (düğünsüz evlilik) olayı görülmez. Otura
kalma, Beşik Kertme, Dezmal (Başörtüsü) Kaçırma,
Taygeldi Evlilik, Kuma Getirme, Başlık Parası Karşılığında Evlenme gibi
evliliklere ise rastlanılmaz.
Uygulama ve İnanmalar
* Delikanlı bir kıza gönül vermişse, "Filanın kızına göz
koymuş!" denir.
* Evlenmek isteyen genç gurbete kaçar ya
da kaçmaya hazırlanır.
* Delikanlı babasının ayakkabılarını eşiğe çiviler.
* Babasının ayakkabılarını eşiğe ters çevirir.
* Babasının ceketini
diker.
* Pilava kaşık saplanır.
* Babalarının cebine salatalık koyarlar.
* Hers ters eder kapıyı çarparlar.
* Anne yorganımı çiftlesene, üşüyorum denir.
* (Kızlar) evi tersine süpürürler.
* Kızlar tabakları birbirine çalar.
* (Kızlar) bulaşık yıkarken
tabak kırarlar.
* Canım sıkılıyor diyen genç kız evlenmek istermiş.
Görücü Gitme, Kız
İsteme, Söz Kesme:
Kız isteme, görücü gitme; ya gencin sevdiği (göz koyduğu), istediği kıza, ya da anne-babanın istediği kıza yönelik olur.
Üzümlü'de kız bakma ve beğenme
genelde aile büyüklerine bırakılır.
Kız bakarken asil, güzel ve iyi huylu olması, mahir ve
iffetli olmasının yanında ailelerin denk olmasıda
önemlidir.
Delikanlının göz koyduğu bir kız varsa, anne babası gider
o kızı ister.
Eğer delikanlı için kız bakılacaksa annesi,varsa ablası,
kız kardeşi ya da yengesi beraber dolaşır; mahalle mahalle, köy köy kız bakılır. Kimin evinde kız varsa öğrenilir
veya kızı olmayan bir eve gider, kızı olanlara götürülmelerini isterler. Eğer
beğendikleri olursa aynı gün döner, başka bir gün de gidip kızı beğendiklerini
söyler; "Allah'ın emri, Peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza
istiyoruz" derler. Gençleri de mutlaka görüştürürler.
Eğer aileler birbirini tanıyor ve kızı vermeye gönülleri
varsa, "Babası bilir.", "Bir de babasına soralım." , babası
yok ise, "Ağabeylerine, amcalarına vs. soralım." derler. Eğer
kızıvermeye gönülleri yoksa, "Kapım size her zaman açık, bu niyetle hiç
gelmeyin!" , "Şansınızı başka bir yerde arayın." veya
"Kızımız henüz küçük." gibi cevaplar verilir. Kızıvereceklerse, bir
süre sonra kızı istemeleri için haber
gönderirler.
Bu sefer delikanlının babası ve büyükleri toplanır,
imamla beraber kız evine gidilir. "Allah'ın emri, Peygamberin kavli ile
kızınız .............. oğlumuz ............... istemeğe geldik" diyerek
kız bir kez daha istenir.
Zaten kızın ve ailesinin rızası olduğundan, söz kesilir.
İmam çiftin nikâhını kıyar. Söz kesiminde yemek verilir, tatlı ve şeker ikram
edilir. Nişan için gün belirlendikten sonra; iki başın harcı konuşulur. Kıza ve
kız tarafına, oğlan tarafının alacaklarına harç denir. Harç konuşulduktan sonra
erkek tarafıkız evinden ayrılır.
Çok önceleri başlık olmasına rağmen bu yakın zamanda
kalkmıştır. Başlık için iki tarafın büyükleri kendi aralarında anlaşır; altın,
beşibirlik, kemer, yarımşarlık küpe, bilezik; etrafı gümüş paralarla süslü
başlık gibi pek çok şey istenirdi.
Nişan:
Söz kesiminde kız tarafının
istekleri öğrenilip, nişan için gün belirlenir. Belirlenen tarihten önce bir
araya gelen taraflar harca giderler.
"İki başın harcı" görüldükten sonra; -bayağı
yüklü bir harçtır bu- gelinin takısı, ziyneti, giyim-kuşam için gereken ne
varsa harçta alınır. Nişan günü önceden
belirlenmiş olduğundan, mutlaka Cumartesi veya Pazar gününe denk gelecek
şekilde yapılır.
Nişan, önceleri yemekli ve hediyeli yapılır, nişan yemeği
de oğlan tarafından karşılanırdı. Günümüzde aileler yükün altından kalkamaz
diye nişan kuruyemişli, pastalı ve meşrubatlı yapılmaktadır.
Nişanı çalgılı yapanlar olduğu gibi, mevlit okutup, ilâhi
söyletenlere de rastlanılmaktadır. Gençler kendi aralarında eğlenirken,
büyükler sohbet ederler. Nişan
yemekli değilse kuruyemiş ve
pasta yenir, meşrubat içilir.
Nişanlanacak kız normal bir elbise veya nişan kıyafetini
giydikten sonra, saçını yapar veya yaptırır, yahut başını örtüyle kapatır. Her
ne kadar günümüzde damat adayı nişan törenine katılsa da; geçmişte nişana
gelmezdi.
Hatta kız istenildikten sonra, delikanlının değil kızı
görmesi, o mahalleden geçmesi bile yasaktır. Evlenene
kadar birbirlerini görmezler bile. Delikanlı kızın nasıl olduğunu ancak
yengesine veya kız kardeşine sorabilirdi. Nişanlıların görüşmesi ise mümkün değildir. Bir arada görülmek büyük bir ayıp sayıldığından
nişanlılar birbirlerini uzaktan görmekle yetinirlerdi.
Bütün davetliler geldikten sonra yüzükler takılır, kurdele hayır-dua ve iyi dileklerle kesilir.
Nişanlılara şerbet ikram edilir. Şerbeti getirene verilmek üzere damat adayı
tarafından tepsiye para atılır. Şerbet içildikten sonra damat oradan ayrılır ve
bayanlar kendi aralarında eğlenmeye devam ederler.
Şeker başı:
Nişandan sonra kız tarafından
oğlan tarafına hediye göndermeye şeker başı denir.
"Maksat hediyeleşmek" olsa da, bu iş için özel
bir uygulama yapılır. Bir sürahi şerbet veya limonata hazırlanır. Sürahinin
boğazına kırmızı kurdele ile nazar boncuğu bağlanır. Eğer damat nişana gelmemişse
nişan yüzüğü de bu kurdeleye bağlanır... Damada baştan ayağa giysiler, damadın
ailesine de çeşitli hediyeler alınır; bir tepsi kadayıf ya da baklavayla
birlikte oğlan tarafına gönderilir. Hediyeleri götüren veya götürenler
yedirilip içirilir; bahşiş verilir.
Yüz görümü (Bez
Biçme):
Şeker başından bir ay sonra yüz görmesi vardır. Oğlan
tarafından kız tarafına pek çok hediyenin getirildiği bu tören yemekli olur.
Gelinlerini sıkça ziyaret eden kaynana, kaynata, görümce belirlenen bir
günde bohça ve bunlara konulacak kumaşı kız tarafına götürürler.
Bayramlık:
Nişan ile düğün arasında bayram varsa geline bayramlık
gönderilir.
Ramazan bayramında geline baştan ayağa elbise ve eşya
alınır. Bayramlıklar hazırlanan tatlı ve
ketelerle birlikte geline götürülür.
Eğer Kurban bayramıysa, kırmızı kurdele ile süslenmiş bir koç ve koçun
boynuzuna takılmış bir bilezik hediye getirilir. Maddi durumu iyi olmayanlar bir bayram
gönderir, bir bayram göndermezler.
Düğün Sözü:
Oğlan tarafı düğün tarihini belirlemek için kız tarafıyla
anlaşır, düğün sözünü alır.
Düğün hazırlıklarına başlayan oğlan evi, kız tarafına;
yorgan, yatak, sandık ve geline alınmış emanetler damadın kardeşi, amcası, bir yakını
ile gönderilir. Buna tohum davarı
denir. Tohum davarını götürene kız evi
çorap, boyunbağı, gömlek, eldiven, vs. gibi hediyeler verir. Bu işin resmileştiğinin, düğünün yakın olduğunun
işaretidir. Gelen emanetler kız evinde sergilenirken, kız tarafının yakınları
ve komşular tohum davarına bakmaya
gelirler. Her iki taraf düğüne çağıracakları kimselere haber, davetiye veya
elçi gönderirler.
Düğün sözünden sonra iki taraf alış-verişe çıkar, kendine
düşeni alır.
Düğün hazırlıkları yapılırken, damat da sağdıcını
belirler. Sağdıç damadı sevk ve idare eder. Damatla sağdıç ya
lacivert ya da siyah takım elbise giymek
zorundadırlar. Bu elbiseleri almak sağdıcın görevi olsa da sağdıcın ekonomik
durumu her zaman göz önünde bulundurulur.
Çeyiz serme:
Düğünden bir hafta
ya da üç gün
önce çeyiz serilir. Eğer düğün Pazar günü ise çeyiz Çarşambadan asılır ve Cuma
gününe kadar serili kalır. Çeyizi serene
yazma verilir. Çeyizden kaynana, kaynata, görümce, kayın ve damadın sülalesine haliyet (bohça)
hazırlanır. Son güne kadar çeyize bakılır. Çeyiz bakmaya gelenler mutlaka hediye
getirir ve getirdikleri hediyeleri de çeyizin içine bırakırlar.
Cuma günü, yani çeyizin toplanacağı gün imam, muhtar,
kaynata ve kızın babası çeyizi yazarlar. Buna kızın "mihri"
denir. Şahitler huzurunda yazılan çeyiz götürülürken, kız tarafından bir erkek
çocuk sandığın üzerine oturtularak kaynatadan bahşiş alınır.
Toplanan çeyiz gelin ve gelinin yakını üç dört bayanla
birlikte oğlan evine serilir. Daha sonra
kaynana çeyizin bir kısmını dağıtır.
Gelin Hamamı:
Kına gecesinden bir gün önce gelin hamamı yapılır. Gelinin kına gecesinden
bir gün önce yaptığı temizlik; taharet, gusle gelin hamamı denir. Gelin,
hamamdan arkadaşları ve yakınları tarafından alınır; dualarla annesinin evine
getirilir.
Kız evinde sağdıç hanımı ve kızın arkadaşları eğlenirler.
Kıza evlilik ve ilk gece ile ilgili bilgileri sağdıç hanımı burada verir.
Kına Gecesi:
Düğünden bir gün önce, kız evinde oğlan ve kız tarafı ile
davetliler kına gecesi için toplanırlar. Gelin kınası ve misafirlere ikram
edilecek olan kuru yemişi oğlan tarafı alır.
Bayanlar arasında yapılan
kına gecesinde, seyirlik köylü oyunları adı altında oynanan söyleşmeli, ağırlıklı olarak mimler ve
hareketlerin ön planda olduğu basit ama canlı
aktörler tarafından, irticalen söylenip oynanan "Fattik"
oyunu oynanır; mum yakılır ve gelin oynatılır.
Fattik oyununda en az iki kadın
kılık değiştirerek (genellikle erkek kılığına girerek) izleyenleri güldürüp
eğlendirecek komik, muzip hareketler yaparlar.
Eğlencenin tam ortasında yoğrulan kına, üzerinde mumlar yakılmış
bir tepsi içinde yedi kişi tarafından oynatılır. Sürekli olmamakla birlikte
gelin de oynatılır.
Daha sonra kına yakılmak üzere gelin orta yere oturtulur.
Gelinin yüzünde kırmızı bir peçe vardır. Gezdirilen kına, "Başında keçe,
yüzünde peçe" denilerek gelinin başı üzerinde, alın hizasında tutulur ve
göğüs hizasına indirilerek "Sözün kaynanana geçe!" denir. Üç kez tekrarlanan bu seramonide;
"Başında keçe, yüzünde peçe; sözün kaynatana geçe!", "Başında
keçe, yüzünde peçe, sözün kocana geçe!" denir. Ardından, kınayı yakacak
olan kadın bütün davetlilere dönerek, "Sözün cümle âleme geçe!" diye
bağırır; davetliler de "amin" diyerek bu dileğe katılır.
Bundan sonra sıra gelinin eline kına yakmaya gelmiştir.
Varsa damadın ablası(görümce), yoksa sağdıcın hanımı gelinin eline kına yakar.
Fakat gelin avucunu açmaz. Oğlan tarafı geline para verir. Kına yakıldıktan
sonra kına yüzüğü takılır ve tepsideki kına misafirlere dağıtılır. Özellikle
genç kızlar, gelin kınasının kısmet
açtığına inandıklardan, almak için büyük bir gayret sarf ederler. Eğer arkadaşları
geceyi kızla birlikte geçireceklerse onlara kına ayrılır. Kına yakıldıktan
sonra misafirlere çerez dağıtılır.
Kınayı yoğurana ve kınayı yakana para verilir. Kınayı yakana verilen para, çok
parası olsun diye damadın cebine
konulur. Gerek kına gecesinde, gerek düğün esnasında sağdıçtan bahşiş almak
için gelin ve güvey kaçırılmak istenir.
Kına sabahı gelin almaya gidilir.
Sağdıç Yemeği (Güvey
Hamamı):
Nikâh ve düğün yemeklerinden ayrı olarak bir de sağdıç
tarafından verilen sağdıç yemeği vardır. Sağdıç yemeğine damadın ve sağdıcın arkadaşları
çağrılır. Sağdıç damadı hamama götürür. Burada gençler kendi aralarında
eğlenirler. Kına gecesinde damada gönderilen kına damadın baş parmak ve sol
işaret parmağının yarısına yakılır. Tüm ele kına yakılmaz; yakılırsa
delikanlının askerde silah tutamayacağına inanılır.
Damat, sağdıç ve arkadaşları gece birlikte eğlenirler. Bu
eğlence sırasında sağdıç tarafından misafirlere sigara ikram edilir. Sigaraları
damat kibritle yakar. Kimileri damadın yaktığı kibritleri üfleyerek söndürür,
kimileri de kibrit iyice yanıncaya kadar bekler. Sigara yakarken damadın parmak
uçları yanabilir. Damat bütün bu olanlara katlanır. Geç vakte kadar süren
eğlenceden sonra herkes dağılır, sağdıçla damat yatmak üzere oradan ayrılırlar.
Damada düğün ve ilk gece ile ilgili bütün bilgiler, bazı
tavsiyeler sağdıç tarafından bu gece verilir.
Gelin Alma:
Gelini almaya gitmeden önce oğlan evinde düğün
yemeği verilir. Düğün yemeği, yöre mutfağına özgü yemeklerden hazırlanır. Gelin
yemekten sonra alınacaktır. Bu arada gelinin saçı yapılır, gelinlik
giydirilerek hazırlanır. Gelin umumiyetle Perşembe veya Pazar günü alınır.
Otomobilin olmadığı dönemlerde gelin at üzerinde günlük ile götürülürdü.
Günlük dört ağacın kırmızı bezle sarılmasıydı.
Günlüklerin önünde ay yıldız bulunur. Ata bindirilen gelinin üzerinden
geçirilen günlük sayesinde gelin dışardan görülmez. Kaynata günlüğün altında gelini tutar, bir
adam da atı çeker. Hem atın yularına hem de günlüğün dört ucuna çevre
bağlanırdı. Günlüğü kim tutuyor ve atı kim çekiyorsa çevreler onundur. Gelini
attan ya babası ya da
amcası indirir.
Arkadaşlarıyla ve yakın akrabalarıyla görüşen gelin
kardeşleri, anne ve babasıyla vedalaşır. Babası harçlık verir, kızına nasihatte
bulunur; boynuna sarılır ve ağlaşırlar.
Gelin kapıdan çıkarılırken, kapıyı tutana bahşiş verilir.
Gelin uzağa gidecekse arabaya veya atın yanına kadar; yakına gidecekse oğlan
evine kadar yürütülür. Gelin evden beyitler ve ilâhilerle çıkarılır.
Kızla beraber kızın ablası, yenge ve arkadaşlarıda
oğlan evine gider. Yengeler, kızın annesi tarafından hazırlanamış
bir tepsi lokumu ve kuruyemişi de beraberlerinde götürürler. Gelin oğlan evine
geldiğinde damat ve sağdıç bacada (damda) veya yüksek bir yerdedirler. Ellerindeki mendillerde para ve kuruyemiş vardır. Damat parayı,
sağdıç da kuruyemişi gelinin başına saçarlar. Saçı, gelinin bereketli ve
devletli olması içindir. Damadın serptiği paranın uğur getirdiğine
inanıldığından, kadınlar kocalarının keselerine koyarlar.
Damadın maddi durumu iyi ise gelin eve girmeden önce ayak
ucunda koç kesilir, ayaklarına halı serilir. Bacadan inen damat gelini koluna
takar ve içeri girerler. Sağdıç damatla
geline şerbet ikram ettikten sonra damadı alır, gider.
Odanın birine alınan gelin direğe dayanır. Akraba ve
komşular geline bakmaya gelir. Gelin
kaynana ve büyüklerin elini öper.
Geline, beraber gelen yakınlarına (yengeleri) yemek yedirildikten sonra oğlan tarafından bir kimsenin
refakatinde evlerine bırakılırlar.
Üzümü’nün Çamlıca (Dalav)
köyünde yapılmakta olan düğün törenlerinde düğüne çağrılacaklara kınalı mum
gönderilir. Gelen davetliler de köy dışında (ya da
düğün evine yakın bir mesafede) davul zurna eşliğinde karşılanır. Hoş geldin
çayından sonra konuklar buyur edilerek
müsait olan evlerde misafir edilir. Yani düğün adeta bütün köyün
düğünüdür. Herkes el birliği eder.
Düğünde halay (govend) veya
horan çekilir. Halay omuz omuza mücadelenin, bütünlüğün, beraberliğin
simgesidir.
Baba ocağından alınan gelin bervi
denilen iki kadın önderliğinde getirilir.
Damat (zâma) ile sağdıç (musâyıv)
gençler arasında dama çıkarılır. Damatla sağdıcın ağızları bir mendille
kapalıdır. Kapıya kadar getirilen geline elma atılır. -Elmayı isabet ettiremeyenler
biraz ayıplansa da, damat, sevdiği kıza elmayı vurmaya çoğu zaman yanaşmaz.-
Düğünün son günü cirit oynanır, gençler ata binmede ve
silah atmadaki maharetlerini sergilerler.
Gelen misafirlere verilen yemekle düğün sona erer.
Yine bu köyümüzde tek evlilik esastır. Delilik, kısırlık
ve ihanet gibi nedenler olmadıkça boşlanılmaz, ikinci bir evlilik yapılmaz.
Yapanlara hoş bakılmaz; selâm verilip, selâmı alınmaz, cemaate, toplumsal
faaliyetlere çağrılmaz. Onlar, Muhammed-Ali yolunu terk etmiş sayılırlar.
Boşanma durumunda, kadına, boşanma nedenini belirten yazılı
bir belge verilerek; şahitler huzurunda ailesine teslim edilir.
Güveyi İçeri Verme:
Sağdıç tarafından götürülen damat, yatsı namazına kadar
arkadaşlarıyla eğlenir. Yatsı namazından sonra eve getirilen damat sırtı
yumruklanarak, elma vurularak gerdek odasına gönderilir.
İçeri giren damat, geline yüz görümlüğü takar. Gelin ile
damat iki rekât namaz kıldıktan sonra gerdeğe girilir. Daha sonra sağdıç gelir
bir eksiklik olup olmadığını sorar. Damattan müspet cevap alan sağdıç damadın anne
ve babasına müjdeyi verir. Hayırlı haberi alan oğlan tarafı kızın ailesine haber salarak, "gözünüz
aydın" denir.
Sabah ezanı okunduktan sonra sağdıç gelir damadı alır
evine götürür; sağdıç hanımıda gelinin çarşafını
kaynanaya götürerek gazaydın eder.
Çarşaf, kızın temiz ve masum olduğunun göstergesidir. Gelin "kız çıkmadığı" taktirde baba
evine geri gönderilir.
Damat üç gün veya bir hafta kimseye gözükmez.
Yüze Çıkma:
Gerdek sabahı gelin yüze
çıkarılır. Gelin yüze çıkarılacağı zaman gelinle sadece kaynana görüşür.
Bu arada damat tarafından yatağın altına konulan para,
yatak toplanırken sağdıcın hanımı tarafından alınır. Gelin ile sağdıç hanımı etrafı toplar ve
çeyizi yayarlar.
Baş Bağlamı:
Gelin yüze çıkarıldıktan sonra, baş bağlamı hazırlıkları
başlar.Baş bağlamına sadece evli kadınlar katılır. Genç kızlar baş bağlamı törenine
katılamazlar.
Baş bağlamında mevlit okutulur. Daha sonra gelin iki-üç
yastığın üzerine oturtulur; makasla gelinin saçından bir parça zülüf (kâkül)
kesilir... Zülfü kesilen gelin kalkar, büyük küçük demeden herkesin elini öper,
hazırlanan lokum ve kuruyemişi misafirlere ikram eder. Gelenler, "hayırlı
olsun" dedikten sonra oradan ayrılırlar.
Sini (Tepsileri)
Gönderme:
Gelin bir haftalık olduktan sonra kız tarafından amca ve dayı
hanımları, annesi, ablası, komşular tepsilere baklava, sarı burma, kadayıf, su
böreği açar, lokum ve kete yapar; oğlan evine gönderirler. Hediyeleri götürene
veya götürenlere ikramda bulunulur, bahşiş verilir. Tepsileri göndermeye, gelinin
sinileri geldi denir.
El öpme:
Boşaltılan tepsiler hemen gönderilmez. Kızın annesine ait
tepsi hariç diğer tepsilere hediye konur. Tepsilere atlet, yazma, havlu vs.
hediyeler konulur ve ertesi gün damat,
gelin, kayın baba, kaynana, sağdıç, sağdıcın eşi ve görümceler
tarafından kız evine götürülür. Bu ziyarete el öpme denir.
El öpmeye gelenlere kız tarafı yemek hazırlar. Kızın
anne, baba, ağabey ve ablaları tarafından
kıza hediye verilir.
Hısım Daveti:
El öpen gelinle damat, bu kez kız tarafını davet
edecektir. Kızın kaç tane akrabası varsa hepsi yemeğe çağrılır. Bu davet çoğunlukla akşam olur.
Hısım davetine gelenler geline pek çok hediye getirirler.
Hısım davetinde maksat iki tarafın tanışmasını ve yakınlaşmasını sağlamaktır.
ESKİ AİLE YAPISI
İÇİNDE GELİN KAYNANA, GELİN KAYNATA İLİŞKİSİ
Eski aile yapısı içinde gelin olmak ve gelinlik etmek zor
olduğu gibi, gelin kaynana; gelin kaynata ilişkisi de olukça önemlidir.
Gelin kaynananın vasıtasıdır. Kaynananın git dediği yere
gider, sus dediği yerde susar. Kaynana, geline "az ye, az uyu, az
söyle" der.
Üstelik gelinin karılıklıolmasıgerekir.
Bunun için de kaynanasının her dediğini yerine getirmek zorundadır. Sobaya dört
yerine üç odun atmak, iki kova su yerine
bir buçuk kova su harcamak, borç ekmek vermemek; işlik, tayyör gibi
giysileri dikebilmek karılıklıolmanın gereğidir.
Gelin herkesten önce kalkar, inekleri sağar, çamaşır
yıkar, kahvaltıyı hazırlar. O gün tandır
yakılmamışsa, tandırı yanan komşuların birinden 'hatircek'te* boş yer bulup yemek pişirir.
Gelin geç kalkarsa, kaynana surat asar, "Bak öğlen
olmuş hâlâ yatıyor!.. Bundan ne karıola herif?..
Utanmıyor musunuz da yatıyorsunuz?...." diye söylenir.
Eğer gelinle kaynana anlaşamıyorsa, kaynana kapı kapı gezerek gelinini keser.
Bu arada gelin kaynatasına da gelinlik etmek zorundadır.
Yani kaynatayla konuşmamalıdır. Konuşursa, kaynatasıyla ilgili sırlarıifşa edeceğine, fitne çıkaracağına inanılır. Gelin
aç kalsa bile kaynatasından ekmek almasını istemez; bunu ima yoluyla belirtir.
Gelinin konuşacağı tek kişi kaynanasıdır.
ÖLÜM
Canlı hayatının sona ermesine ölüm
diyoruz. Ölümle ilgili davranışlar, tören ve işlemleri üç grupta toplamak
mümkündür:
1- Ölüm öncesi
2- Ölüm sırası
3- Ölüm sonrası
1.
ÖLÜM ÖNCESİ
Ölmek üzere olan, ölümcül derecede
hasta olan kimsenin öleceğine ilişkin fizyolojik değişimler oldukça
önemlidir. Bu belirtiler, hastanın
öleceğine işaret olarak kabul edilir.
Bu yüzden hastanın yanında kalanlar abdestsiz durmaz, dua okur. Hastanın sürekli salâvat
getirmesi sağlanır. Ayık tutulmaya çalışan hasta can verdiğinden, şuurunun açık
kalmasına yardımcı olunur.
Hasta kimse, sevenleri ve yakınları
tarafından ziyaret edilerek helallik alınır.
Ölüm
belirtileri:
Hastanın rengi sararır, burnu çüçüklenir (yukarı dikilir), şakakları çöker, kulakları
sararır, gözlerinin feri kesilir; yanındakileri ancak sesinden tanır.
Uygulama
ve İnanmalar:
* Ağaçlar
zamansız çiçek açarsa ölüm olur.
* Kapıda
baykuş öterse o evden ölü çıkar.
* Horoz
zamansız öterse ölüm olur.
* Rüyada
mevsim dışı, kar yağdığı görülürse ölüm olur.
* Kış
ortasında rüyasında dut yediğini gören ölürmüş.
* Rüyada
saçını kestiğini görenin ömrü kısalırmış.
* Rüyada
dişini çektirenin kendisi, evladı, anne veya babası ölür.
* Rüyada
evin çatısının çöktüğünü görenin aile reisi ölürmüş.
* Yıldız
kaydığını görünce mutlak birinin öleceğine inanılır.
* Kulak
çınlaması ölüm haberine delâlettir.
2.
ÖLÜM SIRASI
Hastanın ölümü yaklaşmış
veya can çekişiyorsa baş ucunda Yâsin okunur. Can vermekte olan kimseye su
verilir ki şeytan onu son nefesinde kandırıp, imanını çalmasın. Yani imansız
olarak ölmesin. Bu arada sesli olarak
Kelime-i Tevhid söylenir ve ölüm halindeki kimseye de
söyletilmeye çalışılır.
Hastanın ölümünden sonra, uzaktaki
ve yakındaki akrabalarına, sevdiklerine ve dostlarına haber verilir.
Uzaktakilere telefon ve telgrafla,
yakındakilere de camilerde selâ verilerek veya
belediye ve camiî hoparlörlerinden duyurulur.
Ölen kimsenin daha cenazesi
kalkmadan devrine (iskat) oturulur ve hatim
indirtilir. Hatim indirenlere ve iskata oturan
fakirlere, ölen kimsenin oruç ve namaz borçlarına karşılık en az birer fitre nispetinde
para verilir. Hatim, ölü yere kavuşmadan indirilir. Parası olanlar hafız ve
hocalara, parası olmayanlar ise Kur'ân okumasını
bilenlere bir veya bir kaç cüz okutarak hatim indirtir.
Üzümlü'de
ölü henüz gömülmeden çıralık verilir. Ölü sahibinin, daha cenaze kalkmadan bir
yemeklik malzeme, ya da kibrit ve bir şişe gaz gibi,
ihtiyaç sahiplerine verdiği şeylere "çıralık"
denir. Çıralık verilince, ölen kimsenin
kabrinde rahat edeceğine, kabrinin ışıkla dolacağına inanılır.
Ölen kimsenin ilkin gözleri
kapatılır ve çenesi bağlanır. Cenaze de yalnız bırakılmaz. Ölü evindeki
çocuklar ise komşular tarafından götürülür.
Bu arada uzaktaki yakınlara haber
verilir, ölünün gömülmesi için gerekli işlemler başlatılır. Mezar ve kefen
hazırlandıktan sonra ölünün yakınlarından biri veya cenaze yıkayan bir kimse
tarafından cenaze yıkanır ve kefenlenir. Akşam ölen kimsenin cenazesi ertesi
gün öğle veya ikindi namazlarından sonra kaldırılır.
Cenaze namazı kılındıktan sonra,
tabut içindeki cenaze omuzlar üzerinde mezarlığa götürülür. Cenaze gömülürken Kur'ân okunur. Defin
işi bittikten sonra cemaat oradan ayrılır, imam ise ölenin bir yakını yanına
alarak telkinde bulunur.
Uygulama
ve İnanmalar:
* Ölünün
ardından bakılmaz; bakılırsa yine cenaze
çıkacağına inanılır.
* Ölü
yıkanırken, aile fertlerinin hepsine cenazeye, helalleşmek için su döktürülür.
* Cenazenin
yıkandığı sudan artanla ölen kimsenin çocuklarının yüzü yıkanır ki sabırlı
olsunlar.
3.
ÖLÜM SONRASI
Taziye
Ziyareti ve Komşular Tarafından Yemek Gönderilmesi:
Üç gün boyunca ölü evinde
yemek pişirilmez. Bu arada taziye ziyareti de devam eder.
Komşular ölü evine çay, yemek
götürür, evin ihtiyaçlarını görürler. Çoluk çocuğa, mala ve eve mukayyet
olurlar.
İlk gün başlayan taziye ziyareti
kırk gün boyunca devam eder. Bu arada mevlid
okutulur. Mevlid hem üçüncü, hem de elli ikinci gün
okutulur.
Taziye ziyaretine yörede "hatire gitmek" de denilmektedir.
Başsağlığı
Dileme ve Avutucu Sözler:
Baş sağlığı dileme, ölen
kimsenin yakınlarına, acısını paylaşmaya, azaltmaya yönelik bir davranış olup,
ölü evine gidilerek söylenir.
Üzümlü ve çevresinde tespit edebildiğimiz
baş sağlığı dileğini belirten sözler şunlardır:
* Başınız
sağ olsun.
* Allah
taksisatını affetsin.
* Allah
daha göstermesin.
* Allah
geride kalanlara uzun ömür versin.
* Allah-û
Teâla size sabır versin.
* Allah
rahmet eylesin.
* Mekânı
cennet olsun.
* Toprağı
bol olsun.
* Allah,
amel defteri sağdan verilenlerden eylesin.
* Ölenle
ölünmez.
* Allah
ele ayağa düşürmedi.
* Er
geç hepimizin gideceği yer.
* Ölüm
bu, sırası yok!
* Allah,
sevdiği kullarını yanına alırmış.
* Ölüm
Allah'ın emri, âsi olunmaz.
Belli
Günler ve Ölü Yemeği:
Ölümün üzerinden üç gün geçtikten sonra, ölü evinde yemek verilir.
Ölü defnedilmeden önce hatim
indirilir. Üçüncü, kırkıncı ve elli ikinci günlerinde Kur'ân
ve Mevlid okunur. Kırkıncı günde ölünün duası yapılır
ve hatim indirilir. Kırk birinci gecede kırk bir Yâsin ve Mevlid
okutanlar da vardır.
Ölünün et ve kemiklerinin
birbirinden ayrıldığına inanılan elli ikinci gün, evde veya camide Mevlid okutulur. Yemek verilir. Ölünün "canı"
için de helva yapılır.
Yas Tutma:
Yas, bir yakınımızın kaybından dolayı duyduğumuz acı ve
üzüntünün toplumsal kalıplar içerisinde ifade edilmesidir.
Yas, genellikle ölünün ardından gelen ilk bayrama kadar
sürer. Daha uzunca bir süre yas tutanlar da olur. Ölümden sonra gelen ilk
bayrama da "karalı bayram" denir.
Uygulama ve
İnanmalar:
* Ölünün
ardından gelen ilk bayrama "karalı bayram" denildiğinden , yas evi
herkesçe ziyaret edilir.
* Yaslı
kimse bir yere gitmez, bayrama kadar yaslıdır.
* Yas bir
yıl sürer; kimse teyp, televizyon veya benzeri bir alet çalıştırmaz.
* Ölünün
ardından gelen bayrama kadar yas tutulur.
* Ölüm
halinde, köydeki bütün radyo, teyp ve televizyonlar kapatılır.
* Yaslı
kimseler düğünlere ve kahvehanelere gitmezler; erkekler de tıraş olmazlar.
* Cuma
günleri ve bayram arifelerinde kabir ziyareti yapılır.